Kafe reysır, kahvehane yarışçısı demek
Buluşup yarışıp bir şeyler içmeye aynı yere dönen kişilerin tarzı. Elde avuçta pek olmadığı için ucuz motosikletleri sürat için elden geçirip yarışan, hatta marş motorunu bile çıkaran kişilerin tanımı. Cafe racer nedir sorusunun en basit cevabı budur. Ama dahası da var.
Hatta bir tanesinin yapılışına ben de şahit oldum 🙂 Zaten bu sitenin sebebi de bu proje.
Café Racer’ın kökenleri
Cafe Racer her şeyden önce bir yarışçıdır. Cafe racer motosikletler konfordan çok hız ve kısa mesafelerde hızlı sürüşler için özelleştirilmiş motosikletlerdir. Hafif, güçlü motosikletlerdir. 2. Dünya savaşı sonrası özgürlük, macera arayışı ve heyecan arayışı vardı. Ama ekonomiler henüz toparlanmamıştı, halk kitlelerinin elinde para yoktu.
Fakat yarış tutkusu, her zaman olduğu gibi, canlıydı. İlk örnekler, teknik ve ekonomik imkansızlıklar yüzünden eldeki imkanlarla daha hızlı hale getirilmiş motosikletler idi. Café racer nedir sorusunun cevabı, yokluk idi. Elde pek imkan olmadığı için en kolayı seçilmişti: gereksiz her şeyi sökerek daha hafif hale gelerek hızlanmak.
1960’lara gelindiğinde Londra, genç motosiklet sürücülerinin günlük ulaşımlarını (kısa mesafe) hızlıca gerçekleştirdikleri motosikletlere alışıktı. Bu yaygın kültür tabii ki yarış düşkünlerine de galip geldi; motosikletler yarış dünyasının etkili oyuncuları idiler. Savaş sonrası İngiltere’sinde araba sahibi olmak hala zorluydu. Ancak 1960’larda -o da görece iyi geliri olanlar- bir araba almak mümkündü. İşte bu yüzden 1960’ların başlarına kadar Cafe Racer süren yarışçılar hız, saygınlık ve asiliğin temsilcisiydi; araba alacak kadar zengin değilsen, ilgi Café Racer’lardaydı.
Tarz ve yapı
1960’ların Grand Prix motosikletleri gibi görünen (kabuk, grenaj, şekil) kahve yarışçıları, alçak gidonlar, ortak koltuk şekli ve kaplaması, büyütülmüş-uzatılmış yakıt deposu ve yakıt deposunda diz dayamak için girintiler bulunan modellerdi. Ve basitleştirilmiş, sade yapılarıyla…
Cafe racer neden sade olur?
Fizik kuralları uyarınca hafiflik, hızın en iyi dostlarından birisidir. Sokak (aslında café) yarışçıları imkansızlıklar yüzünden “hafifleyerek” hızlı olmaya çalışıyorlardı. Yarış için gerekli olmayan her şeyi -kapaklar ve metal kaplamalar dahil- sökerek hafiflemeyi hedefliyorlardı.
Peki ya stil?
Büyük depo daha uzun menzil, daha az duraklama demekti. Tabii ki yarış için hava direncini azaltmak da önemlidir, bu yüzden depolar uzatılmış şekilde yapılıyordu. Aynı amaçla elcikler de aşağıya tutturulmuştu (clip-on dedikleri şey). Sürücü bu sayede uzun (alçak) deponun üzerine yattığında elcikleri rahatça tutabilsin.
Aslına bakarsanız koltuk şekli de yarış içindi. Sert gaz açıldığında poponun yaslanması için arkada dikmeye sahip sele.
Kısacası cafe racer görünümü ve yapısıyla hız için değiştirilmiş bir motosiklet türü idi.
Peki Café nereden geliyor?
Cafe Racer sürücüleri -yine biraz da parasızlıktan- popüler cafe’lerde takılır, orada ayak üstü yarış organize edilir ve yarıştan sonra yine aynı cafe’ye dönerek kutlama yaparlardı. İşte café racer bu demektir, café’lerde takılan, sokaklarda yarışan -parasız ama hız tutkusuna sahip- gençler.
Cafe racer Avrupalıdır hatta İngilizdir
Bir kültürdür, günümüzde hala güzel yolları olan ufak Avrupa kasabalarında, hafta sonunda o yollarda sürmeye gelen yabancılarla kapışan, yerel ve ünlü sürücüler bulabilirsiniz.
Ace Cafe London
Ace Cafe, Wembley, Kuzey Batı Londra, İngiltere yakınlarında bulunan eski bir ulaşım kafesidir. Tarihsel olarak, 1938’den 1969’a kadar eski North Circular Road’da faaliyet gösteren motosiklet kültüründe dikkate değer bir mekandır. Orijinal sitede 1997 yılında bir kafe, işlevler ve eğlence mekanı olarak yeniden açıldı.
Café Racer’lar neden önemli?
Kafe yarışçısı kavramı hem insan hem de makineyi anlatır. Savaşa hazır görünümü ve saldırgan tarzı tesadüf değildir. Motosiklet dünyasındaki etkileri Triumph Bonneville, Honda CB-750 ve Kawasaki Z-1 gibi efsanevi modellerde görülüyor. Özgün café yarışçıları, ufak hacimli günlük motosikletlerini yarış için değiştirip kendi tarzlarını yaratmasalardı, markalar modern spor motosiklet modellerini tasarlamak için bu kadar istekli olmazlardı herhalde.
Kahve yarışçısı kavramının insana tarafı, gençti ve asıl amaç hızlı gitmek idi. 50’li yıllarda birçok kafe yarışçısının hedefi, daha çok “ton” olarak bilinen, saatte 150 km. sürate erişmekti (yüz mil).
Bu kavram var olandan geldi. Ve alaycı idi başlarda. Kahvede (boş boş) takılırlar ve birisi orasını-burasını değiştirdiği motosikletiyle gelir. Bir şeyler içer ve: “Var mı bana meydan okuyan?” deyince… İşte o an herkes kimin yola en hızlı düşeceğinin görmek için dışarı koşardı (tıpkı eski Le Mans yarışları başlangıcı gibi).
Bu kafelerde tabii ki kamyon şoförleri olurdu. Onlarda bu cümbüşe ortak olurdu; bedava eğlence değil mi? 🙂 Yarış bitip sürücüler kahve yarışçıları döndüğünde ya da bir sonraki kahveye geldiklerinde kamyoncular: “Sizden yarışçı mı olur? Sizi gidi kahve yarışçıları!” şeklinde özetlenecek laflar ederlerdi. İşin ilginç tarafı o gençler “Evet ben bir kahve yarışçısıyım!” dediler ve bu sıfatı kabullendiler. Zamanla, dünya da onları kabullendi.
Café racer nedir: İsyan, Ace Café ve Rock ‘n Roll
Kafe yarışçılarının merkezi Londra Ace Café idi. Ace, 1950’lerde genç motosikletler için bir buluşma yeriydi. Busy Bee ve Café Rising Sun gibi mekanlarda vardı ama zamanla yok oldular. Ace, Jack’s Hill ve Squires Coffee Bar gibi ayakta kalanlar ise her yıl Ton-Up toplantılarına ev sahipliği yaptı. Ace Café’yi 1994 yılında yeniden açan hırslı motosikletçi Mark Wilsmore, rock and roll’un “The Café Racing” kültürünün doğmasına yardımcı olduğunu söylüyor.
Zaman isyan zamanı idi. Rock and roll’un sert ve gür sesi gençlerin yeni ifade biçimiydi artık, motosiklette öyleydi tabii ki. Gençler araba alamıyorlardı ve paralarının yettiği en hızlı aracı satın aldılar, bu da motosiklet oldu. Bu yol Amerika’da bir arabaya çıkıyordu, bu yüzden hot-rod kültürü Elvis Presley’le aynı zamanda patladı. O zamanlar mekanların tek eğlencesi müzik kutusuydu. Ve nereye gitseniz rock and roll sallıyordu ortalığı. Asi, edepsiz, kıyameti getirecek olan bu yeni müzik türü radyo istasyonlarında, canlı müzik olan yerlerde yasaktı.
Ama gençlik ne zaman laf dinledi ki? 🙂 Bu yeni müziği sahiplendiler ve kendi araçları ve kendi kimlikleri ile isyan etmeyi seçtiler. Ton-Up (hız yapma) tutkusu kendi yaptığı motosikletini, sert ve asi olma isteği ise Rock-n-Roll’u dönemin yıldızı yaptı. Yarış bir kafeden diğerine sürüp gitti.
O zamanın motosikletleri nasıldı?
O günlerde 650 cc. hacimli paralel iki silindirli motosikletler vardı. Ton’a ulaşmak her halükarda bu makinelerin sınırlarını zorlamak anlamına geliyordu. Tehlike bu işin bir parçasıydı.
Cafe racer sürücüsü sınırlarına kadar zorlanıp ayarlanmış bir motosiklete sahip olmalıydı. Ton yapmayı becerebiliyorsa gerçekten iyi olduğunu kanıtlardı. Çünkü dönemin en iyi motosikletleri bile, güç, lastikler ve kampana frenleri ile hiç de o süratlerin makinesi değildi.
Asfalt kalitesi, neredeyse olmayan aydınlatma. Araba ve kamyonların dingil yağına kadar her köşe ölüm tuzağı halindeydi o zamanlar. Deneme ve bir sürü kaza günün normaliydi. Sayısız ayarlama, deneme ile çıkılmaya çalışılan bir zirve. Cesaret mi aptallık mı? Heyecan müptelası mı deli mi? Rockers, yukarıdakilerin hepsiydi ve bu yüzden Café Racer kültürü hala sadece Londra sokaklarında değil, tüm dünyada yaşıyor. Her yaştan meraklı bir kez daha garajlarından özel yüksek performanslı motosikletler üretiyorlar, kafeterya yarışçısı geleneğini devam ettiren makineler. “Do The Ton” günümüzde çok daha evcil.
Tüm bu bilgiler ışığında cafe racer nedir sorusunun cevabı sanırım kafanızda biraz daha netleşmiştir 🙂
Peki #Café-Racer nasıl yapılır, tasarımında nelere dikkat edilir, onun yazısı da aşağıda: